@Pudra özel haberidir, izinsiz kullanılamaz. 08.09.2015
Pudra.com: İlişki mirası nedir?
Danışman Dilek Kökter: Bizler neredeyse boş birer sayfa olarak doğarız ve o sayfaya yaşam boyu birileri bir şeyler yazar, ama bilerek ama bilmeyerek. İşte bu sayfaya yazılanlar hayatımızın ve ilişkilerimizin kalitesini belirler. Özellikle ilişki kalıplarını büyüdüğümüz ortamda öğreniriz. 0-6 yaş dönemi en kritik dönem. Çünkü “Kadın olmak nasıl bir şey, erkek olmak için hangi davranış ve inanç kalıplarına ihtiyacım var, bir ilişki içinde nasıl davranmalıyım” gibi soruların cevapları doğduğumuz aile bahçesinde saklı. Baş modellerimiz ise anne, babamız ya da onların yerine geçen bakıcılarımız olur. İlişki kalıbı bu bahçeden özellikle etkilenir. Eğer söz ile davranış arasında fark varsa, daima davranışı modelliyoruz. Çocukken gizli mesajları okuma konusunda çok ama çok başarılıyız. Örneğin, babam anneme kötü davranıyorsa ve ben küçük bir çocuk olarak annemin bu muameleye katlandığını görürsem, ilişkide kadın olmak eşittir erkeğe katlanmak davranış kalıbını öğrenirim. Sevginin katlanmak olduğunu sanırım. Ya da anne babam boşandıysa ilişkide terk etme ya da terk edilme kalıbı geliştirebilirim. Yaşadıklarımı sorgulamadığım sürece de benzer ilişkilerin tekrarlarını yaratır dururum ve her seferinde birilerini suçlayarak bu durumdan kurtulmaya çalışırım. Ama “ben” değişmedikçe hayatımın değişmesi de imkansız. Bence anne babamızdan aldığımız en önemli miras; ilişki mirası ve bu mirası nasıl değerlendireceğimiz sadece bize kalmış. “Kaderim anneme çekmiş” deyip mirasın bir kopyasını yaratıp kendi çocuklarıma miras da bırakabilirim, ya da yepyeni ve sağlıklı bir miras da yaratabilirim.
İlişki mirası, gelecekteki ilişkileri nasıl etkiler?
İkili ilişkilerde kaçınılmaz olarak anne-baba ilişki modelini tekrarlarız, tıpkı hangi dili öğrendiysek o dili kullanarak konuşmak gibi bu. Bu tekrarlar bazen öyle rafine deneyimlerle yaşanır ki, biz geçmişi şimdiye taşıdığımızı anlayamayız bile. Yaşadıklarımı sağlıklı bir şekilde sorgulamadığım sürece yaşadığım ilişkilerde ya anneme dönüşürüm ya da babama. Eğer seçtiğim eş annemin bir yansıması ise o zaman bana kalan rol babam gibi olmaktır. Bu ilişki kalıbının en net ortaya çıktığı anlar ilişkide sorun yaşandığı anlardır. Stres yaşadığımız her an bilinçaltımız otomatik pilota geçer ve geçmişte (özellikle de 0-6 yaş döneminde) neler kaydettiyse onları bilince çıkartır. Böyle anlarda kendimizi tanımakta zorluk çekeriz ve sonradan pişman olacağımız şeyler yapar ve söyleriz. Bu miras bazen öyle ilginç bir hal alır ki, biz bile şaşırırız. Örneğin, babam şiddet uygulayan bir adamsa ben dünyanın en sakin insanı ile evlenebilirim. Ama er ya da geç onun içindeki şiddeti açığa çıkarmayı başarırım, yani onu itinayla babama benzetirim. Tüm bunları elbette isteyerek yapmayız, bilinçsiz bir boyutta yaparız.
Farkındalık ile yanlış olduğunu düşündüğümüz yönlerimizi değiştirebilir miyiz?
Ben farkındalığı değişime giden giriş kapısına benzetiyorum. Bir şeylerin farkında olmak değişim kapısını keşfetmektir. Bu anlamda farkındalık sahibi olmak çok önemli ama tek başına yeterli değil. Çünkü çoğumuz farkında olduğumuz birçok gerçeğe gözlerimizi kapama konusunda oldukça ustayız. Başka bir deyişle şöyle diyebilirim: Farkında olmadığım ilişki kalıbım bilinçaltımda gizleniyor olabilir. Fark ettiğiniz anda bilince çıktığından, artık sorunun nereden kaynaklandığını bulmanız da mümkün. Ancak bu durum otomatik değişim yaratmaz. Bu farkındalık ile ne yaptığımız hayati önem taşır. Bilgi teoridir ve hiçbir teori değişim yaratmaya yetmez, değişikliği yaratacak eylemdir. İşte tam da bu noktada çoğumuz kendimizde bir değişim yaratmak yerine diğerini değiştirmeye çalışıyoruz. Bunu başarmak imkansız! Biz her tür değişimi ancak kendi üzerimizde yaratabiliriz ve biz değişince ilişki kalitemiz ve yaşam kalitemiz de değişir.
Kadınlar ilişkilerinde en çok hangi hataları yapıyor?
Bu konuda söylenecek o kadar çok şey var ki, hepsini burada dile getirmek imkansız…
İlişkilerde en büyük sorun eşit ilişki kurulamıyor oluşu. Özellikle bizimki gibi toplumlarda kadınlar da erkekler de bir sürü zehirli inançla büyütülüyor. Amacım anne babaları suçlamak değil, onlar da ne biliyorlarsa onu öğretiyorlar çocuklarına, sonuçta onların da bir anne babası var. Söylemek istediğim, bu mirasları daha fazla devretmemek ve bu “kader döngüsünü” kırmak için bilinçlenmek şart. Kendimizi keşfetme yolculuğuna çıkmadığımız sürece ya bize öğretilen kalıplara göre yaşarız ya da sırf o kalıplara göre yaşamamak için tam zıt kalıplar geliştiririz. Her iki durumda da seçimlerimizi özgürce yaptığımız söylenemez. Çevrenizde “modern” diyebileceğiniz ilişkilere bile baktığınızda orada bile kadının tipik bir anneye dönüştüğünü ve erkeğin de evin büyük çocuğuna dönüştüğünü görürsünüz mesela. Ve aynı ilişkide durum bazen tersine döner ve tipik bir baba-kız ilişkisine tanık olursunuz. Ben bu durumu “duygusal ensest” olarak tanımlıyorum. Aşkın bu ilişki kalıbında yeşermesi ve çiçeklenmesi pek mümkün değil tabii. Bence ilişkide aldatmaların en temelinde bu kalıp var, sonuçta hiç kimse “ebeveyni” ile yatağa girmek istemez. “Evde kalmış kız kurusu” gibi çirkin bir laf hepimize bir şeyler anlatır da, evde kalmış erkek diye bir tanımlama yoktur. Bu da bambaşka bir sorun. Kadın evde kalmamak için harika bir vitrin yaratır ve erkek kadının değişmeyeceğini umut ederek evlenir. Kadınsa flört döneminde erkekte hoşlanmadığı davranışları sessizce listelemeye çoktan başlamıştır ve evlendikten sonra tüm bu davranışların değişeceğini umut eder. Daha en başından açık iletişimin olmadığı bu ilişki modelinin mutluluk getirmesi mümkün değil. Gözlemlediğim bir başka sorun ise, kadınların ilişkide (özellikle de ilk başlarda) birlikte oldukları erkeğin hayatını yaşamaya başlamaları. Nadiren bunun tersi de yaşanıyor ama genellikle ilişkinin bukalemunu kadın oluyor; birlikte olduğu erkeğe göre kişilik değiştirebiliyor. Ben bir kadın olarak kendime bu denli saygısızlık yaparsam eşimin ya da sevgilimin beni saymasını, kabul etmesini nasıl bekleyebilirim ki? Kendi hayatımızın baş rolünü bırakıp bir başkasının hayatında yardımcı oyuncu olmak doğamıza aykırı! Pasif kızgınlıklarımız böyle böyle birikiyor işte. Günümüz kadınının en büyük sorunlarından biri de güçlü durabilmek adına erkekleşmeye başlamasıdır. Erkeksi özellikler olarak bilinen hırslı, rekabetçi, mücadeleci, mantıklı ve sert kadınlara iş dünyasında sıkça rastlıyoruz. Şefkat ve anlayış gibi son derece sevgi dolu dişi özellikler giderek yok oluyor. Ve fiziksel boyuttan baktığımızda ilişkide bir kadın ve bir erkek görüyor olabiliriz ama ruhsal boyuttan baktığımızda gördüğümüz şey iki erkeğin beraberliğidir. Bu ilişkide güç savaşı yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Birçok kadın sahiplenilmek ve kıskanılmak istiyor, sevginin bu olduğunu sanıyor. Sahiplenmek de kıskanmak da korku temellidir, sevgi ve korku aynı anda var olamaz.
İlişki mirası bize nasıl doğru yol gösterebilir?
Hangi ilişki mirasını devraldığımızı keşfetmek son derece kolaydır, mevcut ya da geçmiş ilişkilerinize farkındalıkla bakın yeter. Bu anlamda yaşadığımız ilişkiler bize sonsuz sayıda fırsat sunar. İlişki mirasımızı keşfettiğimizde belki daha farklı nasıl davranacağımızı henüz bilmiyor olabiliriz ama en azından nasıl davranmamamız gerektiğini biliyor oluruz. Özellikle de stres anında verdiğimiz tepkiler bizim için çok değerli ipuçlarıdır. Çatışma anında nasıl tepkiler veriyorsunuz? Alttan alıp durumu idare mi ediyorsunuz? Tartışmadan kaçınan kişi misiniz? İlişki tek tarafın fedakarlıkları sayesinde mi devam ediyor? Haklılık savaşına girip karşı tarafı mı suçluyorsunuz? Küserek ya da surat asarak mı cezalandırıyorsunuz? Terk etmekle mi tehdit ediyorsunuz? Stres anında verdiğiniz aşırı tepkiyi fark edin ve çocukluğunuzda anne ve babanızın kavga anında birbirine benzer şekilde davranıp davranmadığına bakın. Tartışma anında siz ilişkinizde anneniz mi oluyorsunuz, babanız mı? Ve siz kendi ilişki mirasınızı yaşatırken partneriniz de kendi ilişki mirasını yaşatıyor, buna emin olabilirsiniz. Bu da durumu daha karmaşık hale getiriyor ve bir kısır döngü yaratıyor. Bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu düşüncelerinizin, duygularınızın ve davranışlarınızın sorumluluğunu almak. Özeleştiri yapmaktan gocunmayın ve karşı tarafı anlayan bir noktadan bakarak empati kurmayı deneyin. Kimseyi suçlamadan kendimizi ve duygularımızı ifade etmek mümkün. Eşit ilişkiyi böylece kurmuş olursunuz ve bunu yaptığınız an ilişki mirasınız kumdan kale gibi ufalanmaya başlar.
İlişkinin zarar verdiğini nasıl anlarız?
Birinin uydusu haline geldiysek ya da birini uydumuz haline getirdiysek o ilişki bize zarar verir. Kendinize cesurca sorular sorun:
- İlişki içinde kendinizi tutsak mı hissediyorsunuz, özgür mü?
- İlişkiniz kendinizi değerli ve yeterli mi hissettiriyor, değersiz ve yetersiz mi?
- İlişkide duygu paylaşımı var mı yoksa iki kişilik yalnızlık mı yaşanıyor?
- Kendinizi kısıtlanmış mı hissediyorsunuz yoksa duygularınızı, düşüncelerinizi ve cinselliğinizi özgürce ifade edebiliyor musunuz?
Benzeri soruları kendinize sorduğunuzda içinizde bir yerlerde saklanan cevaplar gün ışığına çıkacaktır.
Kendimizi sevmek için neler yapabiliriz?
Sevmek deyince akla hep bir başkasını sevmek geliyor. Bu bize öğretilen en büyük yanlışlardan biri. Kendini sevmeyen insan gerçek anlamda bir başkasını sevemez. Adına sevgi dediği bir şeyler yaşar ama yaşadığı şeyin sevgi olmadığını için için de biliyordur aslında. Verdiği şey aslında sevilmek için rüşvettir. Bu yüzden birine “Seni seviyorum” dediğimizde ondan anında bir karşılık bekleriz ve alamazsak bozuluruz. Sende olmayan bir şeyi başkasına vermek mümkün değildir, ben ancak bende var olanı sana bulaştırabilirim, seninle paylaşabilirim. Nasıl ki vaktimiz varsa birilerine zaman ayırabiliyoruz ya da paramız varsa birilerine borç verebiliyoruz, işte sevgimizi de ancak cepleriniz sevgi doluysa paylaşabiliriz. Eğer ben kendimi sevmiyorsam ceplerim delik demektir, beni dünya alem sevse de ben sevildiğimi hissedemem. Partnerimize sıkça “Beni seviyor musun?” diye soruşumuz bundan. Kendini sevmek demek, kendini her halinle kabul etmek demektir, özellikle de hatalarınla ve kusurlarınla…
Aynaya baktığınızda gözünüz nereye takılıyor? “Karnım çıktı yine” diyenlerden misiniz?
En son kendi gözlerinizin içine ne zaman uzun uzun baktınız? Biz kadınlar her aynaya bakarız ama saçımıza makyajımıza bakarız aslında. Kendinizi şımartıyor musunuz? Kendi yanağınızdan makas alıyor musunuz? Sahip olduğunuz maddi-manevi güzelliklere şükran duyuyor musunuz? Kendinizle baş başa kalmaktan keyif alıyor musunuz yoksa eliniz hemen Facebook’a ya da cep telefonuna mı gidiyor? Birçok şeyin adına sevgi diyoruz ama bence sevgi umursamaktır, ilgidir, anlayıştır… Önce kendimize sonra başkalarına…
Gerçekten sevildiğimizi hissetmiyorsak sevgiyi sınama ihtiyacı hissederiz, bunun bir çok yolu var. Kimimiz sorun çıkararak “Bana katlandığın ölçüde beni seviyorsun!” mesajı veriyoruz, kimimiz “Benim için nelerden vazgeçmeye hazırsın?” mesajları yayıyoruz, kimimiz fedakarlıklar yaparak karşılığında sevgi bekliyoruz… Kendimizi sevmek için yapabileceğimiz birçok şey var; kendimizi şımartmak, kendimize en ufak başarılar için bile “aferin” diyebilmek, hatalarımızı sevmek ve onlardan öğrenmek… Ama kalıcı bir etki istiyorsak geçmişimizle yüzleşmek şart, bastırdığımız o kadar çok kızgınlığımız var ki… Kızgın olduğumuz insanları affetmek şart. “Affetmek, kendine yeniden mutlu olma izni vermektir” tanımını seviyorum.
Konuyla ilgili diğer yazılarımız
Erkeklerin kadınları terk etmelerinin gerçek nedenleri
Sevgilinizin sizi neden terk ettiğini bir türlü anlayamıyorsanız, bu haberimiz tam size göre. Erkeklerin ayrılırken kadınlara itiraf edemediği, gerçek terk etme nedenleri Pudra.com yazdı.
Yanlış kişiyle birlikte olduğunuzu gösteren işaretler
İlişkiniz iyi gidiyor gibi görünse de aslında sizi rahatsız eden bir şeyler olabilir. Belki de bu rahatsızlığın sebebi karşınızdakinin sizin için doğru erkek olmamasıdır. Yanlış kişiyle birlikte olduğunuzu gösteren işaretleri Pudra.com yazdı.
Özgüveninizi artırmanın 7 yolu
Özgüveninizi kendiniz hakkında olumlu düşünerek, gerçekçi hedefler belirleyerek ve ‘hayır’ demeyi öğrenerek artırın.
Aşk bağımlılığı
Aşk bağımlısını normal aşıktan ayıran fark nedir? Acıbadem Maslak Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nden Doç. Dr. Kültegin Ögel anlatıyor.